replika telefon ve madde ile kuvvet bilgisi

replika telefon ve madde ile kuvvet bilgisi 

sizlere bugün ve yarın olmak üzere replika telefon diyorki Bunlar kimy^sT^-jaşturmak için diğer bir cisme muhtaç bir .alunan istidada dönüşmeyince hiçbir şey mevd ^Jineruhne de zekâ kendini gösterebiiirlr ' Bazıları, şahıslar ve kavimler nazarmda aynı kuvvede j^dit edilen bazı genel fikirler göstererek yukandan beri Çatmakta olduğumuz duyumculuk isensualisme) teorisini ^tovek isterler. Güya herkes nazannda müşterek olarak aynı ş,91 kesinliğe, aym özelliğe sahip olan bu tür fikirlerin tecrübe ^dolması ihtimali yokmuş da insanınyaratrhnasresnasında kesiti bir surette ve tabiatın üstünde bir kuvvet tarafından bu Ijılet ilham edilmiş imiş! Bunlarm nasd fikirler oldu|^u .âsteimek üzere de ilk baştan metafiziğe, estedğe ve ahlâka ait galeri ve özellikle iyi, güzel, hakikat fikirlerini zikrederler.

Biz bu itiraza şu suretle cevap veriyoruz-, bikir ve daha iognısu ideal, bir tek şahsm ürünü değildir. Meşine birçok jesülerin ve birçok uzun asırlarm şahsi faaliyetleTİ neticesinde Mvdana gelen bir sonuç, bir üründür. Bu suretle bu tür fikirler amamıyla tarafsız (obiektif) bir şekil alırlar ve onlara sahip olan imse bugün geçmişin çabalarım tekrar etmek zorunda deldir. Yalnız hazırlanmış olan bir şeyi alıvermekle yednir. İnlama orgamrmzm da bu hususta hazırlanmış olması, yani Mathbir halde bulunması gerekir [540] ve esasen bu istidat ve kırlanmış olmakhk birçok atalardan kalıtim yoluyla »lıtarılagelmekte olduğundan asla hissedilemeyecek bir halde i>ulunur. Şu suretle ilk insan yavaş yavaş kendi hayvansal olan ‘SÖtalarmın zincirleri arasmdan sıyrılarak fikirlere ve ideallere %u yükselmiştir.
Güzel sanatlar, şiir, bilim ve fen, ahlâk, kısacası insan ^itâsının büyük ve yüksek tezahürleri tıpkı nazik ve değerli bir gayet genç tomurcuk çıkarmasına ve birçok nesillerin L özen göstermesinin ardmdan meyve vermesine ideal yoktur ki birdenbire gelişmiş olsun, bunlar erilirler" (Ribot).
Louis Büchner
İşte geçmişe, özellikle kendi fikirlerinin kökenine bir nazar atfetmek zahmetine girmeksizin insan, bilincinde hissettiği bazı bilgilerin esaslarmı ve etkenlerini ımutarak onları doğuştan zanneder. Halbuki kendisinde bulunan istidatla dışaruun etkileri ilişkilenmeden hiç [541] bir fikrin oluşabilmesi mümkün değildir. Bir fikrin nereden geldiğini biliyorum demek için körü körüne tabiatm üzerinde bir kuvvetin mevcut bulunduğuna hükmetmek gerekir ki, bu da ancak sımrlı düşünceli kimselere özgüdür. Meşhur Liebig de -ne yazık ki- böyle itikat ederdi. Yine bazı tarz düşünceler vardır ki, bunlara önsel (â priori) bilgiler adı verilir. Örneğin zaman, mekân ve sebep gibi fikirler bu türdendir ki, birçok filozoflar bunların hiçbir tecrübe ürünü olmadıklarım ve yaratılışımız esnasmda Allah tarafmdan bize bahşedildiklerini ve şayet bu fikirlerimiz olmasaydı, tabiat hakkmda hiçbir bilgiye ulaşamayacağımızı iddia ederler. Gerçekten de bu esas doğrudur. Şu kadar ki, bu tür fikirler vehmedilen bir Allah tarafmdan bahşolunmuş değil, aksine insanm zekâsıyla dış dünya arasmdaki karşılıklı ilişkilerin sonucu olarak oluşmuştur. İhtimal ki anlama yetimizin genişliği ve fikri bir işlemin sürekliliği beyinde mekân ve zaman için bir ölçüt olabilir. Fakat [542] bu kadarcık bir şey zaman ve mekân fikirlerinin doğuştan olduklarım iddia etme yetkisi verir mi?
Şurasım da hatırlatmak gerekir ki, ruha inanan filozoflann bütün iddialarım harap eden ve özellikle Allah'm ve doğuştan fikirlerin kökeniyle ilişkili olan bir hadise daha vardır. Eğer estetiğe, ahlâka, metafiziğe dair olan fikirlerimiz doğuştan, kesin ve Allah tarafmdan bahşedilmiş olsalardı, her tarafta ve her şahısta aynı değeri, aynı niteliği taşımaları gerekecekti. Halbuki tamamıyla aksini görüyoruz. Bu tür fikirler, arızi ve değişkendir. Muhtelif zamanlarda, muhtelif kavimlerde ve muhtelif şahıslarda onlar da muhtelif yönler ve muhtelif safhalar arz ediyorlar. Bu yönlerin arasında pek büyük ve önemli farklar görülüyor.
Özellikle estetikle ilişkili olan fikirlerin sebatsız ve değişken olmalarma dair bir örnek vermek gerekirse, en önce dikkatini çeken şey moda olacaktır. İşte bu isim altında her zaman yeni ve hayrete değer, hatta birbirine [543] zıt birtakım süsler ve şıklıklar icat olunmaktadır. Bizim aramızda ise gaye sebebe ait diğer bazı fikirler vardır ki, tamamıyla estetiğe ait fikirlerimiz
bir şeyi gayet güzel ve gayeye uygun buluruz^ onu öyle bulmaya alışmışızdu- ve özellÜde yapımız
itil?^^..;^nıüz şey görme organımızla uyuşur. Yahut o organın
biraz da buna mecbur bulunuruz. Çünkü
VfhP görülen ve güzel bulıman şeyde kolaylığa sahip olur. gözel bulduğumuz şeylerin çoğu bizim organlarımıza duyularımıza uyan şeylerdir. Bunun için insan jjjicle kendi muhayyilesini en ziyade tahrike istidatlı olan güzel ve aksine beyindeki eski izlenimlere ve âdetlere gelen şeyleri çirkin kabul eder. Şu halde bir kavmin î^^^j^eyeceği şeyleri diğer bir kavim sevebilir. Bir kimsenin te değer bulduğu bir şeyi diğer bir kimse memnuniyetle, çle kabul eder. Örneğin bazı antikalar vardır ki, kendi
Islarının en güzel eserleri olarak yapıldıkları halde, şimdi , hiçbir etki meydana [544J getiremezler. Bunun gibi '^Ttora yakm bölgelerde ikamet eden insanlar parlak ve diri severler. Çünkü gözleri o tür renklere alışmıştır. Aksine
eyde ikamet edenler de donuk ve müphem renkleri ^,erler. Çünkü gözleri parlak renklere alışkın değildir.
Kısacası Darvvin'in pek haklı olarak söylediği gibi insamn [^^Tunde duygusunu ölçen bir ölçütün varhğı asla mümkün jesildir. Çinliler semiz, ayakları demir kaplar içinde tutularak hatalı bir surette küçültülmüş, gözleri çekik, kulakları büyük Udınlan çok severler ki, bu kadmlar bizim nazarımızda sevilmeye değil, hatta nefret edilmeye değerdir.
Javalılar sarı rengi severler. Beyaz dişler onlarm nazarmda nefrete değer olduğımdan dişlerini siyah renge boyarlar. Bizim şairlerimizin bir sıra inci diye vasıflandırdıkları o güzelim teyaz dişli ağızları "köpek ağzı" sözüyle aşağılarlar. SeylanlIlar oraca çiğnenmesi âdet olan bir bitki yüzünden siyah dişlere o iadar [545] alışmışlardır ki, bunlar dahi beyaz dişleri çirkin Nurlar. Yine bu halk çoğunlukla basık burunlara sahip Nuklarmdan civarlarmda bulunan muntazam burunlu bmşularmı "gagalı insanlar" diye küçük görmektedirler. ^3toka ahalisi küçük çocuklarm üst çenelerindeki dişleri Ekmeyi âdet edinmişlerdir ki, bu âdet alt çenedeki dişlerin ^oiasma sebep olarak çocuklara çirkin bir ihtiyar siması ^eder. Henüz dişleri sökülmemiş çocuklar gözlerine gayet ııl^S^'^nür. Kısacası her zaman her
olmuşlardır ki, işte bu saydığımız hareketler hep bu güzellik fikrinin ayrı bir mahiyette tezahür eden birer sonucudur. Eğer ki güzellik fikri bazı ilâhiyat filozoflarmm iddiaları gibi doğuştan ve sabit bir fikir olsaydı birtakım kimselerin insana en gerekli bir organ olan dişlerini sökmelerine hiçbir mana verilemezdi. Yine bazı kimseler sırf güzelleşmek maksadıyla saçlarırun ve sakallarınm kıllarım yolarlar ve bunu gerek kadınlar ve gerek [546] erkekler için müstesna bir güzellik zannederler, hatta bazıları bizim şiddetle çirkin bulduğumuz bir usule başvurarak güzelleşmek fikrindedirler ki, bu usul de "kaşlarmı ve kirpiklerini yolmak" tan ibarettir. Bu tür ziynetler arasmda burnu, dudakları, kulakları delmek ve bu deliklere birtakım yabancı cisimler sokmak, kafatasırun şeklini bozmak vesaire gibi daha birçokları vardır. Hep bunlar güzellik fikrinin her yerde değiştiğine, kısacası doğuştan olmadığma büyük bir delildir. Sör Samuel Baker'in zevcesine Latouka kabilesinin reisesi tarafmdan ön dişlerinin sökülmesi ve alt dudağma ucu sivri ve uzun bir kristal parçası asılması ihtar edilmiştir. Bu ihtar daha ziyade güzelleşmek esasına dayamyordu. Yine bazı zenci kabilelerin kadmları üst dudaklarma bu tür uzun ve yassı kristaller asarlar... Bu kristaller kendilerine pek çirkin bir manzara verir. Livingstone admdaki seyyah, bir reisin zevcesine bu kristallerin sebebini sormuş ve şu cevabı almıştır: "Bu kristaller sırf güzelleşmek [547] için asılır, erkeklerin sakalı ve bıyığı var, bizim yok. Onun için bunları kullamyoruz".
Bu hikâye bize bazı eski ırklarm sakallanyla son derece övünen ve gururlanan fertlerini hatırlatıyor. Halbuki tüysüz yüze sahip olan kabilelerde herkes yüzlerindeki en küçük kıllara varmcaya kadar yolmak merakmdadırlar ki, bunun yol açacağı ızdırabm dehşeti herkesçe malumdur. Yeni Zelanda'nm ahalisi indinde tüylü bir adam için kadm bulmak, yani kadınlara kendini sevdirmek gayet müşkil olduğu halde Türkler indinde sakal ve bıyığm pek büyük bir önemi vardır. Hatta gereği halinde yeminlerini bile peygamberlerinin sakalları üzerine ederler. Avrupa kadmlarma gelince onlar da sakal ve bıyığı bir ziynet olarak kabul ediyorlar. Hatta bir atasözü vardır: "Sakalsız bir adamm busesi tuzsuz bir çorba gibidir".
İnsanın ışı olmadığı bir zamanda bu tür est • duyguları daha pek çok toplayabilir, bf>l«rleri ^jjsinda genellik ve şekü birliği, ancak çevre^^^' '*“ysular artları iştirak ettiği noktalarda görülebüir. ^ görenek ve kalıtımdan ibarettir. Şuras, jjpat olunabilir ki, hiçbir sanat hakikatin f jjeali meydana getirmemiştir.
Bunların kökeni aksine gayri şahsi bir etkenin sonucudu sanat demek, özel parçalar halinde dağümış biıtaC rjjellikleri ahenkli bir surette toplamak demektir. İşte bu
jj^ıatın hakiki gayesidir. Daima haürdan çıkarmamalıda ki, bel
dimin güzel sanatlarında [549] kendi düşünce ve tabiatlarının jdirginleştiğini görürüz.
Ahlâki fikirler de aymyla aşamalı bir eğitimin sonuçlarıda. diimler henüz tabiilik ve vahşet halinde bulunurlarken her Srlü ahlâki fikirlerden mahrumdular. Daima birtakım ifratb şler yapıyorlar ve medeniyetin asla tahammül •üüimlericra eyliyorlardı.
Bu gibi hareketleri o zaman gerek dost ve ] vpsi takdir ediyorlar ve pek tabii buluyorlardı, Örneğin o amanki kavimler nezdinde hiç mülkiyet hakkmda eser yoktu, hra zamanda hırsızlık hepsi nezdinde mübahtı. Faraza Siiierce iyi icra edilmiş bir hırsızlık işi takdire değer bir 'iıeket sayılıyordu. Lakedemonyalüar nezdinde Me ve jJİiaretle icra edilmiş her türlü yankesicilikler adeta kutsal ferden sayılırdı. Aç bir çingene hırsızlığı bir kötü hareketten ^ ziyade bir ihtiyaç ve zorunluluk saymak zorundadır, 'ftan Montravel'in ifadesine göre Yeni Kaledonya'da ';‘*'“'an ahali aralarındaki ihtiyaca göre herkesin makini ^^eye amadedirler. [550] Bu kabilenin eline geçen herhangi ilk maliki tarafından birçok parçalara bölünerek herkese nıedeniyet yolunda daha ziyade ilerlemiş olan ^ erde bile mülkiyet hakkı ve buna dair duygular pek o J Malumdur ki Çinliler ve Slavlar hiçbir
Louis Büchner
Yarı ilerlemiş birtakım kavimler nezdinde mülkiyet ve hırsızlık meselelerinden başka, yalancılık, dolandırıcılık, adam öldürme vesaire gibi yerilmiş fiiller âdet haline girmiş ve mübah sayılmıştır. Çin Hindi yerlüeri arasmda Doktor Helfer'in rivayetine göre hiç gereksiz yere yalan söylemek takdire değer bir fiil olduğu halde, gerekli yerde de doğru söylememek yine böylece takdire değer bir harekettir. Bu tür âdetler diğer bazı Asya kavimleri arasında da şiddetle yürürlüktedir. Yeni Gine'deki Motou kabilesi Stone adındaki yazarm rivayetine göre hakikat ve namus gibi duygulara tamamıyla kayıtsızmışlar.
Bu kabilenin en ziyade eğilimli olduğu hasletler yalancılık, [551] dolandırıcılık ve hırsızlıktır. İçlerinden henüz bir cinayet işlememiş olanlar gayet haysiyetsiz adamlardır. Teşekkür ve minnettarlık gibi hisler asla bu adamlarda yoktur. Allah'a dair hiçbir fikirleri olmadığı gibi, pratik bir surette dahi hiçbir dine bağlı değildirler. Brehm ismindeki yazar Doğu Sudan'm zencilerinden söz ederken bu adamlarm cinayetleri, hırsızlıkları ve her türlü katli kötü bir hareket saymak şöyle dursun, hakiki iş ve hakiki kazanç saydıklarını yazıyor. Her kim onlann arasmda gayet mükemmel yalanlar söylemeye muktedir olursa onları en zeki ve en yüce kimseler saydıkları ve yalan söylemeyenlere ise budala nazarıyla baktıkları yine aym yazarm rivayetlerindendir.
Afrika kâşiflerinden ve meşhur seyyahlardan Burton Doğu Afrika kabilelerine ait daha bazı rivayetlerde bulunuyor ki, bu rivayetler diğerlerine nazaran daha aşm ve daha müthiştir. Özetle görülüyor ki bu adamlarm zekâsı bizim zekâmız gibi hükümler vermiyor. Gayet zıt ve mantıksız fiiller arasmda yuvarlanıp duruyorlar. Merhamet, istikamet, minnettarlık [552] tedbir, aile muhabbeti, iyilik, vicdan, nedamet gibi hisler onlarm nezdinde tamamıyla meçhuldür. Onlarm ne tarihleri ne gelenekleri ne şiirleri ne de ahlâkları var, aym zamanda tahayyülleri de hafızaları da yok... Fikirleri duyularımı nihayete erdiği gayet basit algılardan ibaret; hayatm ve ölümüı pek müthiş olam gizemi onlarm akülanndan bile geçmez; diı itikat gibi şeyler hiçbir zaman dimağlarım meşgul edememişti Aynı zamanda kendilerine dinsizlik isnadı da doğru olama çünkü buna dair hiçbir fikirleri yoktur. Kendi hısımlarmd< birinin vefatı onları asla üzemez, zira aralarmda asla aile he.. replika telefon yazdı..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder