replika telefon,ndan islam bilgisi67

 replika telefon


replika telefon,ndan islam bilgisi67 bugün replika telefon sizlere güzel islam bilgilerimizi sizler icin hazırladı ve suncak replika telefon gece gündüz demeden urasıyor ve cabalıyor evet arkadaslar replika telefon diyorki Ehl-i sünnet olmıyan memleketlerde Kur’ân-ı kerîm yanlış tefsîr edilmekde, hattâ ba’zı Peygamberler (meselâ hazret-i Âdem] tanınmamakdadır. Şübhesiz, zemânla bu memleketlerin idarecileri doğruyu öğrenecek ve bu yanlış hareketlerden vaz geçerek Ehl-i sünnet âlimlerinin yazmış oldukları milyonlarca kitâbın gösterdikleri doğru yolu bulacaklardır. Fekat, şimdiki hâlde, bu yanlış kararları ve ilkel idâre tarzları ile müsli-mânlığa büyük zarar vermekdedirler.
Sevgili okuyucularımız!
Bu kitâbımızın birinci amacı, şimdi dünyâda bulunan üç tek Allah dîninin birbirinin temâmlayıcısı olduğunu isbât etmekdir. Fekat, bunun yanında, ikinci bir maksad dahâ vardır ki, o da, size dînin çok lüzûmlu olduğunu, dinsizliğin ise düşünülebilecek en fena bir davranış, insanları hayvan yerine koyan bir felâketden başka bir şey olmadığını bildirmekdir. Bu husûsda kitâbımız sizlere şunları telkîn etmek istemekdedir:

1)Din insanlara tıpkı yiyecek, içecek gibi lâzımdır. Çünki, nasıl yiyecek ve içecek vücud için lâzım ise, rûhun gıdâsı olan din de, rûha lâzımdır. Din ortadan kalkarsa, insanlar beyinsiz kafa, hissiz ve düşüncesiz bir makine, bir otomat hâline girerler.

2)Din insanlara iyi ahlâk, sevişmek, kudret, cesâret, dayanma, sabr, râhat ve huzûr getirir. Bölücülüğe, yıkıcılığa mâni’ olur.

3)Din insanlarla cenâb-ı Hak arasında kurulan bir bağdır. Dünyâ işlerini tanzîm eder. Büyük bir ahlâk okuludur. İnsanları iyiliğe, dürüstlüğe, hoşgörlüğe, büyüklere karşı saygı ve küçüklere karşı şefkat göstermeğe, cenâb-ı Hakkın emrlerine uymağa ve ona teslim olmağa, kısaca insanı fâideli, doğru yola koymağa yarıyan en büyük âmildir.

4)Din hiç bir zemân kötü niyyetler, özel çıkarlar, siyâsî entrikalar, gizli işler, ma’nâsız olaylar için kullanılamaz. Bu husûsun Kur’ân-ı kerîm tarafından men edildiğini yukarıda gördük. Size bir kerre daha hatırlatalım. Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı kerîmin Hadîd Sûresi, 9-10 uncu âyetlerinde şöyle buyuruyor: (Gizli toplantılarda günâh işlemeği, düşmanlık etmeği ve Peygambere karşı gelmeği fı-sıldaşmayın! Allaha karşı gelmekden sakınmağı konuşun! Gizli toplantılar, insanlan üzmek [ve kirletmek] için şeytânın istediği [ve yaptırdığı] şeydir.Tâlib de, Muhammed aleyhisselâmın, onun ölüm döşeği yanına gelip, îmân etmesi için, çok yalvardığı hâlde, an’anesinden ayrılmamak için, îmân etmekden mahrûm kaldığı, târîhlerde ve bizim nâçîz (İslâm Ahlâkı) kitâbımızda uzun yazılıdır. An’aneye, modaya uymak hastalığı, nefslerimizin tuzaklarından biridir. Çok kimse, kendi nefslerinin bu tuzaklarına düşerek, büyük se’âdetlerden, kazançlardan mahrûm kalmışlardır. Bunun içindir ki, bir hadîs-i kudsîde, Allahü Teâlânm, (Nefslerinizi, kendinize düşman biliniz! Çünki, nefsleriniz, bana düşmandırlar.) buyurduğu bildirilmekde-dir. Hıristiyan doğmuş, hıristiyan terbiyesi almış [daha doğrusu, beyni yıkanarak aşırı aldatılmış] bir kimse, kolay kolay bu etkiden kurtulamaz. Sonra, arkadaşlarının kendisini, eğer dînini değişdi-recek olursa, hor görmesi, âilesinin kendisinden uzaklaşması bahs konusu olabilir. Yâhud müslimân olması yüzünden, işini veyâ me’mûriyyetini gayb edebilir. Fekat, bütün bunlar, birer sebeb olmakla berâber, en büyük noksanlardan birinin de, müslimânların kendi temiz, mantıkî dînlerini gerektiği gibi tanıtamamaları olduğunu kabul etmek lâzımdır. Ba’zı yobazların, dîn câhillerinin, fanatik kimselerin ve yetmişiki tid’at fırkasından birine kaymış olan sapıkların, islâmiyyet hakkında yalan yanlış verdiği bilgiler, bozuk tefsîrler, efsaneler, uydurma hikâyeler, miskînlik, münâfıkiık yuvası hâline gelmiş tekkelerde, müslimân olmıyanlar üzerinde çok fena te’sîr yapmakda, onları bu tertemiz, berrak, mantıkî ve insânî dinden soğutmakdadır. Hâlbuki, biz ne zeman bir okumuş hıristiyanla bu kitâbda yazılı hususları görüşsek, onun islâmiyyete karşı büyük hayranlık duyduğunu görüyoruz. Temiz müslimânlar arasına karışmış olan yobazları bir yana bırakırsak, bundan bir asr evvel, islâmiyyet ile hıristiyanhğı tâm tarafsız ve hakîkî belgelere bağlı bir tarzda karşılaşdırmış olan İshak Hoca gibi, Ehl-i sünnet âlimleri, çok zuhûr etmişdir. Ne yazık ki, bunların eserleri, yabancı dillere çevrilmemiş, başka din mensûbları, onların kitâb-larını okuyamamışdır. Şimdi biz, bu büyük âlimlerden biri olan, merhum İshak efendinin eserini bu kitâb içinde açıklıyor ve bize bu fırsatı verdiği için, mübarek ruhûna hayrlı düa ediyoruz.İslâm dînini yanlış tanıtmak hususunda, Ehl-i sünnet olmıyan İslâm devletlerinin, büyük zararları olur. Dünyâda bugün adedi 30 u bulan İslâm devletlerinin bir kısmında bulunan sapık din adamları, Kur’ân-ı kerîmin her şeyden evvel merhamet, şefkat, hoşgö-rülük ve çalışmak emr etdiğini unutarak, memleketlerini idâre edenleri şiddete ve zulme ve artık bugün tatbîk imkânı kalmayan ortaçağ engizisyonları gibi idâre etmelerine çahşmakda ve bütün.Bunlara karşılık deriz ki, Allahü teâlâ, insanları olgunlaşdır-mak ve kalblerindeki hastalıklarını tedâvi etmek için, ezelde merhamet ederek. Peygamberler göndermeği dilemişdir. Peygamberlerin, bu vazifelerini yapabilmeleri için, itâ’at etmiyenleri korkutmaları, itâ’at edenlere müjde bildirmeleri lâzımdır. Âhiretde, birinciler için azâb, İkinciler için sevâb bulunduğunu haber vermeleri lâzımdır. Çünki insan, kendine tatlı gelen şeylere kavuşmak ister. Bunlara kavuşabilmek için, doğru yoldan sapar, günâh işler. Başkalarına kötülük yapar. İnsanları kötülük yapmakdan korumak, dünyâda ve âhiretde râhat ve huzur içinde yaşamalarını sağlamak için Peygamberlerin gönderilmesi lâzımdır. Dünyâ hayâtı kısadır. Âhiret hayâtı sonsuzdur. Bunun için, âhiret hayâtındaki se’âdeti sağlamak önce gelmekdedir. Eski felsefecilerden bazıları, kendi görüş ve hayâlleri ile hâzırladıkları kitâblarm sürümlerini artdırmak için, semâdan inen kitâblarda okudukları ve bunlara inananlardan işitdikleri, ahlâkı güzelleşdirmek ve fâideli işler yapmak yollarını bunlara karışdırdılar. Hüccet-ül-islâm imâm-ı Mu-hammed Gazâlînin, kitâbında ibâdetlere de yer vermesine gelince, fıkh âlimleri ibâdetlerin nasıl yapılacaklarını bildirdiler. İnceliklerini anlatmadılar. Çünki, onların maksadı, ibâdetlerin doğru yapılmasının şartlarını ve şekllerini bildirmekdi. İnsanların içlerine, kalblerine bakmadılar. Bunları bildirmek, tesavvuf alimlerinin vazifesi idi. İmâm-ı Gazâlî, bedenlerin ve görünen işlerin iyileşmesini sağlıyan din ile, iç âlemin temizliğine kavuşduran tesavvuf bilgilerini birleşdirdi. Kitâbında bu ikisine de yer verdi. İkincisine (Münciyyât), ya’ni felâketden kurtarıcı bilgiler ismini verdi ise de, ibâdetlerin de müncî olduklarını bildirdi. İbâdetlerin kurtarıcı olmalarını sağlamak, fıkh kitâblarmdan öğrenilir. Kurtarıcı olan kalb bilgileri, fıkh kitâblarmdan öğrenilmez. Bunu dahâ iyi anlamak için, bu kitâbda bildirdiğim, o yüce imâmın sözlerini okuma-lıdır.Tıb bilgini Calinosu ve nahv âlimi Amr Sîbeveyhi görmedik. Bunların o ilmlefde mütehassıs olduklarını nerden anladık? Tıb ilminin ne demek olduğunu biliyoruz. Calinosun kitâblarını okuyor, sözlerini işitiyoruz. Hastalara ilâç verdiğini, derdlerden kurtardığını öğreniyoruz. Buradan, onun tabîb olduğuna inanıyoruz değilmi? Bunun gibi, nahv ilmini bilen bir kimse, Sîbeveyhin ki-tablarını okuyup, sözlerini işitince, onun nahv âlimi olduğunu anlar ve inanır. Bunlar gibi, bir kimse peygamberliğin ne olduğunu iyi anlar ve Kur’ân-ı kerîmi ve hadîs-i şerifleri incelerse, Muham-med aleyhisselâmın, peygamberliğin en yüksek derecesinde olduğunu iyi anlar. O iki âlime olan inancı hiç sarsılmadığı gibi.Muhammed aleyhis-selâma olan bu îmânını hiç sarsmaz. Çünki, Muhammed aleyhis-selâmın bütün sözleri ve bütün hareketleri, insanların olgunlaşmalarına önderlik etmekde, inançlarının ve işlerinin doğru ve fâideli olmalarını sağlamakda ve kalblerindeki hastalıkların tedâvîsine ve karanlıklarının giderilmesine ışık tutmakdadır. Peygamberlik de, bu demekdir.

Dağda, çölde [ve Komünist memleketlerde] yaşayıp da. Peygamberleri işitmemiş olana (Şâhik-ul-cebel) denir. Bunların Peygamberliğe ve Peygamberlerin gönderilmiş olmasına inanmaları mümkin değildir. Bunlara Peygamber gelmemiş gibidir. Bunlar ma’zûr görüldü. Peygambere inanmaları emr olunmadı. Bunlar için Kur’ân-ı kerîmde, tsrâ sûresinin onbeşinci âyetinde, (Peygamber göndermeden önce, azâb yapmayız!) buyuruldu.

Din bilgilerini din câhillerinin kitâblarmdan ve din düşmanlarının zehrli kalemlerinden edinenlerin şübhelerini, kuruntularını gidermek için, bildiklerimi açıklamağı düşündüm. Hattâ bunun kendime bir vazîfe, insanlığa borcum olduğunu gördüm. Bu kitâ-bı yazarak, peygamberlik ne demek olduğunu ve Muhammed aleyhisselâmın, peygamberliğin tam sâhibi olduğunu bildirmeğe ve buna inanmıyanların şübhelerini gidermeğe ve kendi akllarına ve görüşlerine dayanarak bu hakîkati örtbas etmeğe kalkışan birkaç felsefecinin kötülüklerini, zararlarını ortaya koymağa çalış-dım. İslâm âlimlerinin kitâblarmdan vesîkalar vererek ve âciz düşüncelerimi de ekleyerek onların düşüncelerini çürütmeğe uğraş-dım. Kitâbımı bir başlangıç ile iki makale (ana söz) olarak hâzırla-dım. Başlangıcı da iki bahse ayırdım. Allahü teâlânın yardımına güvenerek yazmağa başlıyorum.
Allahü teâlâ, dünyâda bütün insanlara acıyarak, fâideli şeyleri yaratıp göndermekdedir. Âhıretde, Cehenneme gitmesi gereken âsî mü’minlerden dilediğini afv edecek, doğruca Cennete kavuş-duracakdır. Her canlıyı yaratan, her vân, her ân varlıkda durduran, hepsini korku ve dehşetden koruyan yalnız Odur. Böyle bir Allahın şerefli ismine sığınarak, bu kitâbı terceme etmeğe başlıyoruz.

Allahü teâlâya hamd olsun! Onun çok sevdiği Resûlü Mu-hammed aleyhisselâma salât ve selâm olsun! Bu yüce Peygamberin temiz Ehl-i beytine ve âdil, sâdık Eshâbının hepsine hayrlı düâ-1ar olsun!

Allahü teâlâ, kullarına çok acımakda, onların dünyâda râhat ve huzûr içinde yaşamalarını, âhıretde de sonsuz seâdete kavuşmalarını istemekdedir. Bunun için, insanlar arasından seçdiği en üstün, en iyi kimseleri Peygamber yapmış, bunlara kitâblar göndererek huzûr, se’âdet yolunu göstermişdir. Se’âdete kavuşmak için, önce kendisine ve Peygamberlerine inanmak lâzım olduğunu bildirmiş, sonra kitâblarındaki tekliflere uymağı emr etmişdir. Böyle inanan ve teklifleri beğenen insana (Mü’min) ve (Müslimân) denir.

Allahın var ve bir olduğuna ve Peygamberlere nasıl inanılacağını bildirmek için, İslâm âlimleri her dilde çok kitâb yazdılar. Kısa, açık, kolay anlaşılır, şübheleri, vesveseleri giderir olarak yazılmış olanlardan arabca (Isbât-ün-nübüvve) kitâbı çok fâidelidir.

Bu kitâbı, büyük İslâm âlimi, imâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî, on-sekiz yaşında iken yazmışdır. (Şerh-i Mevâkıf) kitâbının son kısmından seçdiği yazıları almış ve bunları açıklamışdır. tik olarak, urdu tercemesi ile birlikde Pâkistânda basılmışdır. tmâm-ı Rabbânî, 971 [m. 1564] senesinde, Hindistânda Serhend şehrinde tevel-lüd etmiş, 1034 [m. 1625] de, orada vefât etmişdir.

Bütün insanların, sömürücü ve aldatıcı yayınların şaşırtıcı te’sîrlerinden arınarak, bu kitâbı dikkat ile ve insâf ile okuyup, dünyâda râhata ve huzûra, âhıretde de son^^z seâdete kavuşmaları için âcizâne düâlar ederiz.
(Şerh-i Mevâkıf) kitâbının son kısmında diyor ki, kelâm ilminin âlimlerine göre, Allahü teâlânın, (Seni şu yerlerdeki insanlara veyâ bütün insanlara gönderdim) ^ yâhud, (Benden kullarıma bildir!) veyâ bunlar gibi dediği kimseye (Nebî) ya’nî (Peygamber) denir. Peygamber olmak için, insanda ba’zı şartların bulunması veyâ buna elverişli olarak doğmuş olmak lâzım değildir. Allahü teâlâ, dilediğine bunu ihsân eder. O, herşeyi bilir ve en iyisini yapar. Dilediğini yapar. Herşeyi yapmağa kâdirdir. Kelâm âlimlerine göre. Peygamberin (Mu’cize) göstermesi de şart değildir. Başkalarının, onun Peygamber olduğunu anlamaları için, mu’cize göstermesi şartdır dediler. Yoksa, Peygamber olması için şar< değildir. Eski Yunan felsefecilerine göre. Peygamber olmak için, üç şart lâzımdır: Gaybdan haber vermek. Ya’nî geçmişde olmuş ve gelecekde olacak şeylerden kendisine sorulanları bildirmek. Hârika işler, ya’nî aklın, fennin yapamıyacağı şeyleri yapmak. Üçün-cüsü, meleği cism ve şekillenmiş olarak görmek ve Allahü teâlânın (Vahy) etdiği sözü melekden işitmek şartdır dediler.

Peygamberin bütün gaybları bilmesi, bizce de, onlarca da lâzım değildir. Ba’zılarını bilmek ise, yalnız Peygambere mahsûs değildir. Riyâzet çekenlerin, ya’nî yalnız olarak bir odaya kapanıp, ölmiyecek kadar az yiyip içenlerin ve şu’ûru giden ba’zı hastaların, uyuyanların, ba’zı gaybları haber verdiklerini felsefeciler de kabûl etmektedir. Peygamberle bunlar, bu bakımdan birbirlerinden ayrılmaz. Onların gayb dedikleri, belki (Hârik-ul’âde) olan, ya’ni âdet olmıyan, sık rastlanmıyan şeyler demekdir. Bunlar ise, hakîkî gayb değildir. Bunları bilmek ve bir iki kerre haber vermek, âdetin dışına çıkmak olmaz. Peygamber ile başkaları, bununla birbirlerinden ayırd edilirler. Allahü teâlânın bildirdiği hakîkî gaybları Peygamberlerin bileceklerini, kelâm âlimleri de kabûl ediyorlar. Fekat gaybı bilmek Peygamber için şart değildir diyorlar. Felsefecilerin gaybı bilmek için ileri sürdükleri, yukarıda yazılı sebebler de doğru değildir. İslâm dîninin esâslarına uyma-makdadır. Bundan başka, bu sebeblerle gaybı bilmek, ayrı bir konudur. Âdet dışında şaşılacak şeylerdendir. Bunlar üzerinde ayrıca durmanın fâidesi yokdur.replika telefon sizin icin sundu.





replika telefon,

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder